Küresel Refah İnşası İçin Cinsiyet Eşitliği

Son 10-15 senedir, dünyanın en önemli hareketlerinden birine dönüşen cinsiyet eşitliği, bu eşitlik mücadelesinde Covid-19 engeline takıldı. Son yıllarda elde edilen ilerleme pandemi ile beraber yeniden bir gerileme sürecine girdi ve sorun yeniden derinleşti. Bu sebeple konunun uzmanları ve tarafları eskisine oranla çok daha yüksek sesle mücadeleyi yeniden hatırlatıyor ve küresel refah yolunun cinsiyet eşitliğinden geçtiğini haykırıyor.

 

2015 senesinde, Birleşmiş Milletler’in (BM) 193 ülkesi, 17 Sürdürülebilir Kalkınma Amacı’nı taahhüt etmek için bir araya geldi. Bu hedeflerden beşincisi “toplumsal cinsiyet eşitliği”ne odaklandı ve kadınlar ile kızları 2030 senesine kadar yaşamın ve üretimin her alanında güçlendirmek için iddialı hedefler belirlendi.

Cinsiyet eşitliği, yalnızca temel bir insan hakkı değil, aynı zamanda barışçıl, müreffeh ve sürdürülebilir bir dünya için gerekli bir yapı anlamına geliyor ve BM’nin hedefi, sürdürülebilir yarınlar için kadını daha görünür kılmak üzerineydi. 2015 yılında Birleşmiş Milletler’in açıklamasından bu yana kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik ilerleme marjinal bir hal aldı.

Hem Birleşmiş Milletler’in hem de çeşitli kuruluşların kaynakları, pandemiden önceki son 10 yılda cinsiyet eşitliği konusunda ciddi ilerleme kaydedildiğini ortaya koyuyor; ülkeler ayrımcı yasalarla mücadele etmeye başladı, şirketler “kadın dostu” ve “çeşitlilik” kavramlarını benimseye başladı, daha fazla kız çocuğu okula gitti, parlamentolarda ve liderlik pozisyonlarında kadınlar daha da görünür oldu. Ancak bu kazanımlara rağmen sosyal normlar ve bütünleştirici olmayan uygulamalar devam ediyor. Kısaca, cinsiyet eşitliği hâlâ masadaki en sıcak gelişmelerden biri. Bunun erken kanıtlarını Covid-19 pandemisinde daha net gördük. Küresel salgın, cinsiyet eşitliği konusundaki kırılganlığı bir kez daha gözler önüne serdi ve cinsiyet eşitliği üzerinde gerileyici bir etki oluşturdu.

Birleşmiş Milletler’in kadın birimi UnWomen, kadınların ve kızların, Covid-19’un sosyoekonomik yansımalarından orantısız şekilde etkilenmeye devam ettiğini belirtiyor. Orantısız şekilde yüksek iş ve geçim kaybı, eğitim kesintileri, evde artan iş yükü, ücretsiz bakım hizmetlerinin darlığı gibi birçok sorun, iki seneyi aşkın bir süredir kadının ve dolayısıyla cinsiyet eşitliği çabalarının ensesinde. Yine kız çocuklarına ve kadınlara yönelik şiddet haberleri dünyanın her yerinden raporların rakamlarını şişiriyor. Özetle, kadınlar için sınırlı olan ilerleme, pandemi tarafından aşındırılıyor. Bu noktada temel beklenti ise başta hükümetlerin eğitime ve aile planlamasına erişimi iyileştirmeleri, eşit ücret dengesi oluşturmaları ve sosyal transferleri genişletmek için kapsamlı stratejiler devreye almaları, kurumsal dünyadan beklenen ise, liyakat çerçevesinde iş dağıtımı yapmaları ve kadınlara sosyal anlamda haklar sunmaları.

KULLANILMAYAN KADIN POTANSİYELİ KÜRESEL EKONOMİYE ZARAR VERİYOR

Toplumun, kamunun ve özel sektörün atması gereken adımların her şeyden önce sadece kadınlar için değil, her kesim ve alan için bir kazanç olduğu unutulmamalı. Çünkü cinsiyet eşitliği yalnızca acil bir ahlaki ve sosyal sorun değil, aynı zamanda kritik bir ekonomik zorunluluk.

Araştırma kuruluşu McKinsey, “Kadınların eşitliğini geliştirmek, küresel büyümeye nasıl 12 trilyon dolar ekleyebilir” isimli raporunda, daha ziyade toplumsal ve etik bir sorun olarak ele alınan cinsiyet eşitsizliğine ekonomik açıdan yaklaşmış ve “dünyada çalışma çağına gelmiş nüfusun yarısını oluşturan kadınlar, ekonomik potansiyellerini tamamıyla gerçekleştiremezlerse, küresel ekonomi uzun vadede zarar görecek” ifadelerine yer vermişti.

Rapora göre, bir bölgede en hızlı gelişen ülkenin büyüme hızının, diğer tüm ülkeler tarafından yakalandığı geleneksel bir senaryoda, ülkeler 2025 GSYİH’larına 12 trilyon dolar yani yüzde 11’lik katkı sağlıyorlar. Raporun projeksiyonlarına göre, kadınların iş piyasasında erkekler ile eşit hak ve fırsatlara sahip olduğu ve potansiyellerinin tamamını gerçekleştirdikleri bir diğer senaryoda ise ülkeler 2025 GSYİH’larına 28 trilyon dolar (yüzde 26) katkıda bulunuyorlar.

Sadece McKinsey değil, diğer pek çok araştırma da kadınların erkeklerle eşit fırsatlara sahip olduğunda iki kat daha fazla ekonomik kazanım ve sürdürülebilir refah sağlanacağını ortaya koyuyor.

Elbette bu senaryoların somutlaşması için bazı aksiyonlara ihtiyaç var; finansal teşvik ve destek sunulması, teknolojik yayılım ve altyapı sağlanması, ekonomik fırsatların eşit dağıtılması, mevcut kapasitelerin geliştirilmesi, fikir savunuculuğu ve kadına karşı tavrın değiştirilmesi ile yasal düzenlemeler gerekiyor.

Bugüne dek, toplumsal cinsiyet eşitliği ile alakalı zorlukları ve hem toplumda hem de ekonomide yaratacağı kalıcı yara izlerini daha sonra ilgilenebileceğimiz bir konu olarak gördük, öteledik ancak bugün özellikle içinde bulunduğumuz koşullar daha fazla ertelenemeyecek kadar hassaslaştığını gösteriyor. Bu sebeple bilinçli ve proaktif olarak toplumsal cinsiyet eşitliğini iyileşme sürecine dahil etme zamanı.

Strong Bosses olarak, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne atfen hazırladığımız sayımızda, sektöründe Türkiye’nin önde gelen kadınlarını konuk ettik. Konuklarımız, kadının toplumdaki ve iş hayatındaki yerini, sorunlarını ve çözüm yollarını irdelediler. Ortaya çıkan Dünya Kadınlar Günü mesajı ise “birliktelik” vurgusu yapıyor: Küresel zirveye giden yol kadın-erkek iş birliğinden geçiyor!

Cinsiyet eşitliği, yalnızca temel bir insan hakkı değil, aynı zamanda barışçıl, müreffeh ve sürdürülebilir bir dünya için gerekli bir yapı ve kritik bir ekonomik zorunluluk anlamına geliyor.

AYÇA BESLEN
TÜRKİYE BÖLGE DİREKTÖRÜ, WYNDHAM HOTELS & RESORTS EMEA

“ERKEKSİ PROFESYONELLİK TANIMI ARTIK GEÇERLİ DEĞİL”

Günümüzde, cinsiyetin yanı sıra kültürel anlayışlar nedeniyle ortaya çıkan eril ve dişil değerler, ülke fark etmeksizin kadınların iş hayatı ve toplumdaki yerini belirliyor. Yaşamın ilk yıllarından itibaren yerleşen bu değerlerle şekillenen toplumsal cinsiyet rolleri her alanda etkisini göstermeye başlıyor. Halbuki, kadın istihdamına verilen önemin ve bu yönde atılan her türlü stratejik adımın bir ülkenin gelişmişlik düzeyi ile ilişkili olduğunu hepimiz biliyoruz. Kadın emeğinin çalışma hayatına dahil olmasıyla birlikte, ülkelerin kalkınma hızı ve refah seviyeleri yükseldi ve istikrarlı stratejik adımların atılmasına zemin hazırlandı.

Türkiye’de son yıllarda iş yaşamıyla ilgili birçok yeni yasal düzenlemenin yapılması ve kadınların işgücüne katılımının, sürdürülebilir kalkınmanın, sosyal gelişmişliğin ve toplumsal refahın önemli bir unsuru olarak kabul edilmesi her şeyden önce umut verici gelişmeler ancak yeterli değil. Değişmesi gereken çok fazla kalıp ve tanım var.

Günümüz iş hayatının özellikleri erkeğe özgü önyargı ve değerlerden kaynaklansa da başarının tanımı neyse ki, tekrardan ele alınmaya başlandı. .